Lenf bezlerindeki şişlik halk arasında ilk olarak lenfomayı
akla getiriyor. Ancak boyunda veya vücudun herhangi bir yerinde lenf bezlerinde
yaşanan şişliğin büyük bir çoğunluğu kanser dışı nedenlerden meydana geliyor.
Yine de bu tür şişliklerde zaman kaybetmeden doktora başvurmak hayati önem
taşıyor.
Bu belirtileri
önemseyin
Lenfoma, lenf sisteminin hücrelerinde başlayan bir kanser
türüdür. Lenf sistemi, vücudun enfeksiyon ve hastalıklarla savaşmasına yardımcı
olan bağışıklık sisteminin bir parçasıdır. Lenfomanın en sık görülen belirtisi,
lenf bezindeki şişlik yani lenf bezinin büyümesidir. Fakat lenf dokusu tüm
vücutta bulunduğundan hemen hemen her yerde de başlayabilir. Bu nedenle
hastalığın belirtileri, tutulan bölgeye ve organa göre değişiklik gösterebilir:
•Dalakta büyüme
•Ateş, gece terlemeleri ve nefes darlığı
•Halsizlik, yorgunluk, iştah ve kilo kaybı
•Özellikle kemiklerde ağrı ve karın ağrısı
•Kalıcı öksürük, inatçı kaşıntılar ve cilt döküntüleri
•Alkol tüketiminden sonra lenf bezlerinde ağrı
•Sık sık enfeksiyon geçirmek lenfomada görülebilen belirtiler
arasındadır.
Şişlikten korkmayın ama ihmal de etmeyin
Boyunda 1 cm. kasık bölgesinde ise 2 cm. olan lenf bezleri
normal kabul edilebilir. Bu boyutların üzerinde bir büyümede lenfoma akılda
tutulması gereken bir hastalıktır. İster boyunda ister başka bir bölgede
yaşanan lenf bezi şişliklerinde, hastaların kötü huylu bir tümörü düşünerek
telaşlanması doğaldır. Ancak bu tür büyümelerin büyük bir çoğunluğu kanser dışı
nedenlere bağlıdır. Lenf bezinde lenfoma haricindeki şişlikler; enfeksiyon,
bağışıklık sisteminden kaynaklanan otoimmün hastalıklar, kullanılan bazı
ilaçlar, romatizmal hastalıklar ve lenf dokusunu oluşturan hücrelerin içinde
bazı moleküllerin birikiminden kaynaklanan depo hastalıklardan meydana
gelebilmektedir. Lenf bezlerinde şişlik olması durumunda zaman kaybetmeden
doktora başvurulması ve büyümenin nedeninin belirlenmesi gerekmektedir.
Lenf bezindeki şişlik
ağrımıyorsa
Lenf bezindeki şişliklerin ağrıyla birlikte yaşanması
hastaları daha fazla endişelendirmektedir. Ancak lenf bezi şişliklerinde ağrı
genellikle enfeksiyon kaynaklıdır. Lenfomadaki şişliklerin büyük bir çoğunluğu
ise ağrısızdır. 40 yaş ve üzerinde ortaya çıkan, ağrısız ilerleyen,haftalar
veya aylardır geçmeyen, sert, birbirine yapışık, birden çok ve lastik kıvamında
olan şişlikler lenfoma şüphesini artırmaktadır.
Tedavi hastaya göre
planlanıyor
Lenfoma tedavisinde belirli standartlar olmakla birlikte,
tedavinin planlanmasında hastalığın yaygınlığı, alt tipi, tümörün bazı
biyolojik özellikleri ve kişinin genel sağlığı da dahil olmak üzere dikkate
alınması gereken birçok faktör mevcuttur. Bu nedenle her hastaya göre tedaviyi
bireyselleştirmek gerekebilir. Lenfoma tedavisinde; kemoterapi, akıllı
moleküller denilen hedefe yönelik tedaviler, kök hücre nakli ve radyoterapi
tedavileri uygulanabilmektedir.
Yeni tip corona virus infeksiyonu (covid 19) ile enfekte olan insan sayısı tüm dünyada 6.1 milyon kişiye ulaşırken, ölüm sayısı 370 bin oldu. Hematolojik kanserler olarak bilinen lenfoma, multiple myeloma ve lösemi hastalığına sahip kişilerde mevcut hastalıkların bağışıklık sistemini etkilemesi nedeniyle covid 19 infeksiyonundan etkilenme konusunda ister istemez bir endişe hakim. Bu yazımızda miyelom hastalarının covid 19 pandemisi döneminde bu endişe ile ilgili olarak sık sorduğu soruları özetlemeye çalıştık.
Hastalığımın henüz
tedavi gerektiren aşikar miyelom haline gelmediği ve “smoldering miyelom”
denilen öncü formu olduğu söylendiği için henüz bir tedavi almıyorum. Herhangi bir özel önlem almalı mıyım?
“Smoldering” terimi “için için yanan” anlamında
kullanılmaktadır. Bu durumda kişide henüz aşikar miyelom gelişmemiştir ve tüm
tedavi kriterlerini karşılamadığı için –klinik çalışma kapsamı hariç- rutin
pratikte herhangi bir tedavi verilmeden hasta izlenmektedir. Smoldering
miyelomlu kişilerin tamamen normal bağışıklığa sahip olup olmadığı veya aktif
miyelomda olduğu gibi bozulmuş olup olmadığı bilinmemektedir. Smoldering
miyelom hastalarının çoğunun iki uç arasında bir yerde olması muhtemeldir. Bu
nedenle, her bireyin sosyal mesafeyi ve iyi hijyen uygulamalarını takip
etmesini şiddetle tavsiye ederiz. Şu anda, belirli ek öneri yoktur. Ateş,
öksürük, vücut ağrıları, yorgunluk ve nefes darlığı gibi COVID-19
enfeksiyonunun yaygın semptomlarından biri mevcutsa, hemen doktorunuzu
aramalısınız.
Smoldering Miyelom için bir klinik araştırma kapsamında ilaç
tedavisi alıyor iseniz, tedaviyi sürdürme, geciktirme veya durdurma konusundaki
öneriler için doktorunuzla konuşmalısınız.
Beyaz kan hücresi /
nötrofil sayım düşük. Mevcut tedaviye ek olarak herhangi bir şey yapmam
gerekiyor mu?
Beyaz kan hücresi sayınızı desteklemek için büyüme
faktörleri (Neupogen, Neulasta) kullanıp kullanmayacağınızı ve bağışıklık
sisteminizi desteklemek için aylık olarak intravenöz immünoglobulin (IVIG,)
verilip verilmeyeceğini doktorunuzla görüşmenizi öneririz. Doktorunuz ayrıca
beyaz kan hücresi sayınız artıncaya kadar anti-biyotik ve anti-mantar ilaç
almanızı da önerebilir.
Normal immünoglobulin
/ antikor seviyelerim düşük. Mevcut tedaviye ek olarak herhangi bir şey yapmam
gerekiyor mu?
Özellikle daha öncesine ait sık infeksiyon öykünüz varsa, bağışıklık
sisteminizi desteklemek için aylık olarak intravenöz immünoglobulin (IVIG)
kullanmanız konusunda doktorunuzla görüşmenizi öneririz. Doktorunuz ayrıca
immünoglobulin / antikor seviyeleri normale dönene kadar yine anti-biyotik ve
mantar önleyici ilaç almayı önerebilir.
Enfeksiyonlara karşı
korunmak için her ay IVIG alıyorum. Bunun COVID-19 enfeksiyonunu daha da
kötüleştirebileceğini duydum. Bu doğru mu?
Şu anda, aylık koruyucu IVIG uygulamasının COVID-19 enfeksiyonu üzerinde olumlu veya
olumsuz herhangi bir etkisi olduğuna dair güvenilir bir kanıt yoktur. IVIG
tedavisine acil kriz geçene kadar devam edip etmeyeceğinize karar vermek için
miyelom tedavi ekibinizle konuşmalısınız.
COVID-19’u tedavi
etmek için klinik çalışmalarda birkaç ilaç olduğunu duydum. Bunlar için bir
reçete almalı ve enfeksiyon belirtileri olması durumunda bunları kullanmalı veya
kullanmak üzere evde saklamalıyım?
Mevcut bilgilerimiz dahilinde covid-19 tedavisinde birebir
etkinliği gösterilmiş bir tedavi yöntemi yoktur. Özellikle, yakın zamanda
Lancet Tıp Dergisinde hidroksikolorokin, klorakin ve bunların hastaneye
yatırılan Kovid-19 hastaları üzerindeki etkilerini gözlemleyen bir çalışma
yayınladı. Yetkililer, ilacın tek başına veya makrolid grubu antibiyotik ile
birlikte kullanıldığında, daha yüksek bir ölüm oranı beklendiğini bildirdiler.
Adını sıkça duyduğumuz remdesivir isimli ilacı ise ABD Sağlık Bakanlığı’na
bağlı Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), sadece acil durumlarda ve ümitsiz koronavirüs
hastalarında kullanılmasını onayladı. Bu iki ilacın dışında da çok sayıda
ilacın klinik çalışması devam etmektedir ve henüz net bir veri elde
edilmemiştir. Şu an için bilinen gerçek ise, bu ilaçlardan herhangi birinin
COVID-19 enfeksiyonunu önleyebileceğine veya enfeksiyonu evde tedavi etmek için
kullanılabileceğine dair bilimsel bir kanıt olmadığıdır. Bu nedenle miyelom
tedavi ekibinize danışmadan bunlardan hiçbirini almamalısınız. Büyük olasılıkla
ekibiniz de bu ilaçları almamanızı tavsiye edecekdir.
Ateş durumunda
antibiyotik kullanmalı mıyım?
Anti-biyotikler bakteriyel enfeksiyonları tedavi eder;
COVID-19 gibi bir virüs üzerinde hiçbir etkisi olmayacaktır. Ek olarak, doktor
gözetiminde anti-biyotik almak, anti-biyotik dirençli bakterilerin gelişimini
teşvik eder. Bir enfeksiyon ve/veya ateş durumunuz olursa, doktorunuzun
rehberliği olmadan kendinizi evde tedavi etmek yerine tıbbi yardım almalısınız.
COVID-19 enfeksiyonu
durumunda “Steroid Olmayan Antienflamatuar İlaçlar” (NSAID’ler) almamam
gerektiğini duydum. Bu konudaki öneriniz nedir?
Miyelom hastalarında zaten bu ilaçların kullanılması böbrek
yetmezliği için artan risk nedeniyle önerilmez. COVID 19 durumundan bağımsız
olarak bu ilaçları hekiminiz ile görüşmeden almanızı önermiyoruz.
Miyelom tedavi planımın
bir parçası olarak steroid (prednizolon, deksametazon) alıyorum ve bunları
almamam gerektiğini duydum. Bu doğru mu?
Steroid tedavisinin covid 19 hastalarında hastanede yatış
süresi ve ölüm riskini artırması, ek enfeksiyon gelişimini kolaylaştırması
nedeni ile tedavinizde bazı düzenlemeler yapılabilir. Bununla birlikte, steroidler
çoğu miyelom tedavisinin önemli bir parçasıdır, bu nedenle miyelom tedavi
ekibinizle devam etmenin riskleri ve yararları hakkında konuşmalısınız.
Zona profilaksisi
için asiklovir veya valasiklovir kullanıyorum. Bu COVID-19 enfeksiyonunu
önlemeye yardımcı olur mu?
Hayır. Güncel veriler ışığında, asiklovir veya valasiklovir
kullanımının COVID-19 üzerinde herhangi bir etkisi olduğuna dair bir kanıt
yoktur. Öncelikli olarak sosyal mesafe ve iyi hijyen kurallarına uymalısınız.
Soğuk algınlığı /
grip mevsiminde başka ilaç almam gerekir mi?
Multipl miyelom için onaylanmış ilaçların çoğu ek enfeksiyon
gelişimini artıran ilaçlardır. Bu nedenle, bu enfeksiyonlara karşı korunmak
için profilaktik anti-mikrobiyal ilaç kullanmanız gerekirir. Proteazom
inhibitörü (Velcade, Kyprolis, Ninlaro) tedavisi görüyorsanız, zona hastalığını
önlemek amacı ile anti-viral ilaç önerilmektedir. Anti-CD38 ajanları (Darzalex,
Sarclisa) için, zona hastalığını önlemek ve test yapıldığında Hepatit B
virüsüne maruz kalma olasılığınız varsa anti-viral ilaç kullanmanız
önerilecektir. Yüksek doz steroidlere uzun süre maruz kalan hastalarda
(Pneumocystis jirovecii adlı bir organizmanın neden olduğu bir pnömoniyi
önlemek için koruyucu ilaç verilmesi konusunda doktorunuzla görüşmelisiniz. Şu
anda COVID-19’a özgü başka ilaç önerilmemektedir.
Geçen yıl otolog kök hücre nakli oldum. Mevcut tedaviye ek olarak herhangi bir şey yapmam gerekiyor mu?
Hayır. Hekiminizin önerisi ile Zona hastalığını önlemek için
koruyucu anti-viral ilaç kullanmalısınız. Her ne kadar allojenik nakildeki
kadar keskin kurallar olmamakla birikte otolog nakilde de nakil olduğunuz
merkezin mevcut aşılama programına uymalısınız. Şu anda COVID-19’a özgü başka
ilaç önerilmemektedir.
Hastalığım için kök hücre toplanması ve / veya otolog kök hücre nakli planlandı. COVID-19 salgını bunu etkiler mi?
Transplantasyonda önde gelen tıbbi organizasyonlar [Amerikan
Transplantasyon ve Hücresel Terapi Derneği (ASTCT), Avrupa Kemik İliği Nakli Derneği,
Mayo Kliniği gibi] uygulanacak algoritmalar ile ilgili önerilerini
tavsiyelerini gerek kendi sitelerinde gerekse bilimsel yayınlarda yayınladı. Bu
öneriler bazı detaylarda farklı olmakla birlikte, sizi takip eden hekimleriniz
bu önerileri kendi tecrübeleri ile harmanlayarak gerekli önerileri yapacaktır.
Bu rehberler ışığındaki önerilerimizi şöyle sıralayabiliriz:
1. Remisyonda iseniz ve kök hücre toplanması ve nakli
“konsolidasyon” yani pekiştirme tedavisi için programlanmışsa, acil kriz geçene
kadar her ikisini de geciktirme konusunda doktorunuzla görüşmenizi öneririz.
2. Kök hücre mobilizasyonu dediğimiz kemik iliğindeki kök
hücrelerin kana geçirilmesi sürecine (kemoterapi ve / veya büyüme faktörleri)
daha önce başladıysanız, toplamanın devam edip etmeyeceğini doktorunuzla
tartışmalısınız
3. Kök hücreleriniz toplansa bile, nakil işleminin
geciktirilmesini ya da geciktirilmemesini tartışmalısınız. Eğer geciktirilme
kararı verilirse nakil için doğru fırsatı beklerken doktorunuz ayaktan
kemoterapiye geri dönmenizi önerebilir.
4. Doktorunuz nükseden hastalığın tedavisi için otolog kök
hücre nakli önerdiyse, devam edip etmemeniz konusunda yinebir görüşme
yapmalısınız. Alternatif tedaviler olabilir, ancak doktorunuz otolog nakli en
iyi seçenek olarak düşünüyorsa, şu anda devam etmenin risklerini ve faydalarını
gecikmeye karşı tartmalısınız.
5. Bu konuları özellikle sizi tedavi eden ve bu nedenle
hastalık durumunuzu en iyi bilen tedavi ekibinizle yapmak en uygun davranış
olacaktır.
Prof. Dr. H. İsmail
SARI
İç Hastalıkları ve
Hematoloji Uzmanı
Kaynaklar
1. Terpos E et al. Management of patients with multiple
myeloma in the era of COVID-19 pandemic: a consensus paper from the European
Myeloma Network (EMN). Leukemia 2020:1-12.
2. Malard F, Mohty M. Management of patients with multiple
myeloma during the COVID-19 pandemic. Lancet Haematol 2020:435-437.
3. Al Saleh AS, Sher T, Gertz MA. Multiple Myeloma in the
Time of COVID-19. Acta Haematol 2020:1-7.
4. Per Ljungman et al. The Challenge of COVID-19 and
Hematopoietic Cell Transplantation; EBMT Recommendations for Management of
Hematopoietic Cell Transplant Recipients, Their Donors, and Patients Undergoing
CAR T-cell Therapy. Bone Marrow Transplant 2020:1-6.
New
England Journal of Medicine Tıp dergisinin son sayısında Asciminib isimli yeni
bir TKI ilacının, daha önceden birden fazla TKI almış KML hastalarındaki
sonuçları yayınlandı. Bu çalışmanın özetini sizler için derledik.
“Kronik miyeloid lösemi”; kısaltılmış ismi “KML” olarak
bilinen kronik yani uzun sürede ve yavaş gelişen bir lösemi yani kemik iliğinde
üretilen beyaz kan hücrelerinin kanseri olarak bilinir.
Tedavi seçenekleri arasında:
1. Tirozin
Kinaz İnhibitörleri
2. Kemoterapi
3. Kök Hücre
nakli bulunmaktadır.
Tirozin kinaz inhibitörleri (TKI’ler), KML’li birçok
insan için ilk tercih edilen tedavi yöntemidir. KML’nin tanımlayıcı bir
özelliği olan Philadelphia kromozomu, BCR-ABL1 adı verilen anormal bir protein
üretir. TKI’ler, KML hücrelerinin aşırı artışına yol açan BCR-ABL1’in etkisini
inhibe eder. TKI’leri ile tedavi edilen insanlar genellikle geleneksel
kemoterapi ile tedavi edilenlere göre daha az ve daha hafif yan etkilere sahiptir.
TKI’lerin KML’yi tamamen ortadan kaldırdığı kanıtlanmamış olmasına rağmen, çoğu
insanda hastalığın uzun süreli kontrolünü sağlarlar. Hamilelik veya emzirme
döneminde kullanılması tavsiye edilmez.
Mevcut TKI’ler arasında imatinib (Gleevec), nilotinib (Tasigna),
dasatinib (Sprycel), bosutinib (Bosulif) ve ponatinib (Iclusig) bulunur.
Imatinib “birinci kuşak” olarak isimlendirilen ilk TKI olduğu için hastalığı
takip eden hematoloji uzmanlarının etkinliğini ve ilaca bağlı yan etkilerini en
iyi deneyimledikleri TKI’dir. Dasatinib ve nilotinib ikinci kuşak, ponatinib
ise genellikle diğer TKI’lere cevap vermeyen kişilere ayrılan daha yeni üçüncü
kuşak TKI’dir.
New England Journal of Medicine Tıp dergisinin son
sayısında Asciminib isimli yeni bir TKI ilacının, daha önceden birden fazla TKI
almış KML hastalarındaki sonuçları yayınlandı. Bu çalışmanın özetini sizler
için derledik.
GİRİŞ: Asciminib,
BCR-ABL1’i diğer tüm ABL kinaz inhibitörleri için olanlardan farklı bir
mekanizma yoluyla inaktif bir yapıya kilitleyen, BCR-ABL1 proteininin myristoil
bölgesini bağlayan allosterik bir inhibitördür. Asciminib, T315I mutantı dahil
olmak üzere hem doğal hem de mutasyona uğramış BCR-ABL1’i hedefler.
Philadelphia kromozomu pozitif lösemili hastalarda asciminib’in güvenliği ve
antilösemik aktivitesi bilinmemektedir.
YÖNTEMLER: Bu
faz 1, doz yükseltme çalışmasında, önceki en az iki tirozin kinaz inhibitörüne
karşı dirençli veya kabul edilemez yan etkilere sahip olan 141 kronik fazlı 9 akselere
fazlı KML hastası alındı. Birincil amaç, maksimum tolere edilen dozu veya
asciminib’in önerilen dozunu (veya her ikisini) belirlemekti. Asciminib günde
bir veya iki kez uygulandı (10 ila 200 mg dozlarda). Ortanca takip süresi 14
aydı.
BULGULAR: Hastaların
tamamı daha önceden tedavi edilmiş olan hastalar idi ve yaklaşık % 70’i (150
hastanın 105’i) en az üç TKİ almış idi. Maksimum tolere edilen asciminib dozuna
ulaşılmadı. Kronik faz KML hastalarında, hematolojik nüks olan 34’ünde (% 92)
hematolojik tam yanıt alındı. Başlangıçta tam sitogenetik yanıt alınmayan 31 (%
54) hastada tam sitogenetik yanıt elde edildi. Ponatinib’den dirençli veya
kabul edilemez yan etkilere sahip olduğu düşünülen 14 hastanın 8’i (% 57) de
dahil olmak üzere, değerlendirilen hastaların% 48’inde 12 ay boyunca majör moleküler
yanıt elde edildi veya elde edilen majör moleküler yanıt devam etti. Bazal bir
T315I mutasyonu olan 5 hastada (% 28) 12 ay boyunca majör moleküler yanıt elde
edildi veya sürdürüldü. Klinik yanıtlar kalıcıydı ve 44 hastanın 40’ında majör moleküler
yanıt sürdürüldü. Doz sınırlayıcı toksik etkiler olarak lipaz seviyesindeki
asemptomatik yükselmeler ve klinik pankreatit saptandı. Sık görülen advers
olaylar yan etkiler) yorgunluk, baş ağrısı, eklem ağrısı, hipertansiyon ve
trombositopeni oldu.
SONUÇ
Asciminib’in, ponatinib’in başarısız olduğu olgular, T315I
mutasyonu olan ve daha önceden birden fazla TKI almış hastalar da dahil olmak
üzere, TKI’lere karşı dirençli veya kabul edilemez yan etkilere sahip KML’li
hastalarda yararlı olduğu saptanmıştır.
Referans: Hughes
TP et al. Asciminib in Chronic Myeloid Leukemia after ABL Kinase Inhibitor
Failure. N Engl J Med 2019;381(24):2315-2326.
İngilizce “White Blood Cell” (Beyaz kan hücresi) ya da kısaltılmış hali ile “WBC” diye yazılan, tıp dilinde “lökosit” olarak tarif edilen ve halk dilinde ise “akyuvar” ya da “beyaz küre” olarak isimlendirilen hücreler vücudu çeşitli mikroplardan ve zararlı toksinlerden koruyan vücuttaki savunma sistemimizin savaşçı hücreleridir. Beyaz kürelerin en yüksek sayıdan en düşük sayıya göre sıralayacak olursak 5 alt tipi bulunmaktadır. Bunlar 1) Nötrofil 2) Lenfosit 3) Monosit 4) Eozinofil 5) Bazofil’dir (Resim 1).
Beyaz küre ne işe yarar?
Bağışıklık sistemimizin hücreleri olan beyaz küreler virüs, bakteri ya da diğer zararlı toksinlere karşı sürekli savaş halindedir ve bu şekilde sağlığımızı tehdit eden yabancı istilalara karşı bizi korurlar (Resim 2).
Beyaz küre değerleri (sayısı) kaç
olmalıdır?
Refereans
aralıkları laboratuvarlara göre değişmekle birlikte bir milimetreküp kanda
yaklaşık 4 bin – 10 bin arasında olmalıdır.
Beyaz küre yüksekliği neden olur?
Sağlıklı
bir insanın 1 mm3 kanında 4 bin ile 10 bin arasında lökosit
bulunur. Tam kan sayımı tetkiki yapılan
bir yetişkinde laboratuvar kâğıdında gösterilen “WBC değerinin mm3’de
10 binden yüksek olması” vücutta beyaz kürelerin yüksek olduğuna
işarettir, tıp dilinde “lökositoz” olarak adlandırılır.
Lökositoz
nedenleri lökosit dediğimiz hücrelerin alt tipleri olan hücrelerin (nötrofil,
eozinofil, bazofil, monosit, lenfosit) yüksekliğine göre değişir. Bununla
birlikte ilk akla gelen nedenleri şöyle sıralayabiliriz:
•
İnfeksiyonlar: Her türlü virüs, bakteri, mantar ve parazit infeksiyonları beyaz
küre yüksekliğine neden olabilir. Buradaki önemli husus, beyaz küre
yüksekliğinin infeksiyona bağlı olduğunu düşünmek için mutlaka bir infeksiyon
nedenli iltihap kaynağı (boğaz infeksiyonu, akciğer infeksiyonu, idrar yolu
infeksiyonu, yumuşak doku infeksiyonu gibi) olmalıdır. İnfeksiyon kaynağı
olmadan görülen beyaz küre yüksekliğinde gereksiz antibiyotik kullanılması hem
antibiyotik direnci gelişmesine hem de hastanın tanısının gecikmesine neden
olur.
•
İnfeksiyon dışı iltihap (inflamasyon) yapan durumlar: Romatizmal hastalıklar,
organ kanserleri, iltihabi bağırsak hastalıkları, infeksiyon dışı deri
iltihapları (dermatit)
•
Dalağın herhangi bir neden sonucu ameliyatla alınması (splenektomi): Aslında
her türlü ameliyat sonrası beyaz küre yüksekliği görülebilir. Dalak ameliyatı
sonrası bu daha belirgin olarak gözükür ve daha uzun sürebilir.
•
Lösemi dışı kemik iliğinin aşırı üretimi ile giden hastalıklar: Bu hastalıklar
tıp dilinde “myeloproliferatif hastalıklar” olarak bilinirler.
•
Kalp krizi
•
Anksiyete ve stres durumları
•
İlaçlar: İster tek doz kullanılsın, ister sürekli olarak kullanılsın çoğu ilaç
beyaz küreleri yükseltebilir. Beyaz küre yüksekliği nedeni ile hekime
başvurduğunuzda mutlaka kullandığınız ilaçları belirtin.
•
“Hemoliz” olarak bilinen kan parçalanması hastalıkları:
•
Hormon bozuklukları
•
Alerjik hastalıklar
Yukarıda
açıklandığı gibi beyaz küre yüksekliğinin infeksiyon dışında birçok nedeni
bulunmaktadır. Tam kan sayımında beyaz küre yüksekliği olan bir hasta paniğe
kapılmadan ilgili hekime başvurmalı ve bu laboratuvar bulgusunun nedenleri
açısından araştırılmalıdır.
Beyaz küre düşüklüğü neden olur?
Hastaların
çoğunun tam kan sayımı tetkikinde gördüğü WBC değeri düşüklüğü, beyaz küre
düşüklüğüne işaret eder ve tıp dilinde bu duruma lökopeni adı verilir. Şu durum
ve hastalıklarda lökopeni oluşabilmektedir:
• Nezle, grip dahil virüslerin yol açtığı
hastalıklar
• Doğuştan kemik iliği yapımının bozuk
olduğu hastalıklar
• Kemik iliğini işgal eden kanserler
• Tıp dilinde “otoimmün” olarak ifade
ettiğimiz, vücudun bağışıklık sisteminin bu hücreleri ve kemik iliğini harap
ettiği durumlar
• Şiddetli ve bakterilerin yol açtığı
infeksiyonlar
• İlaçlar (Hemen her ilaç beyaz küreleri
düşürebilir).
• Vücutta “infeksiyon dışı iltihap” yapan
durumlar
• Romatizmal hastalıklar (Lupus, Romatoid
artrit gibi)
• Beslenme bozuklukları
• Vitamin eksiklikleri
• Radyasyon tedavisi
• Verem (Tüberküloz)
Tam
kan sayımında WBC değeri düşük olan bir hastanın öncelikle panik yapmaması, bu
laboratuvar değerinin lösemi dışında birçok hastalığın bulgusu olabileceğini
bilmesi ve ilgili hekim ya da hekimlerle işbirliği yaparak tüm bu hastalıklar
açısından değerlendirilmesi gerekmektedir.
Beyaz küre yüksekliği ve düşüklüğü lösemi
belirtisi mi?
Lösemilerde
beyaz küre yüksekliği veya tam tersine düşüklüğü izlenebilir. Fakat beyaz küre
yüksekliği veya düşüklüğü tesbit edilen hastalarda tek neden lösemi değildir.
Lösemi dışında da daha önce belirttiğimiz birçok hastalık beyaz kürelerde
düşüklüğe veya yüksekliğe neden olabilir. Hemen hemen tüm lösemi çeşitlerinde
sadece beyaz küre düşüklüğü veya yüksekliği tek laboratuvar bulgusu değildir.
Çoğu lösemi de bunlara ilaveten pıhtılaşma hücrelerinin sayısında ve hemoglobin
dediğimiz kan miktarında da birlikte düşüklük veya yükseklik görülebilir.
Beyaz küre normal, düşük veya yüksek
iken CRP değerinin yüksek olması ne anlama gelir?
CRP
karaciğer tarafından üretilen ve inflamasyon dediğimiz yangı veya iltihap
durumunda yüksekliği tesbit edilen bir proteindir. Her türlü infeksiyon
durumunda, romatizmal hastalıklarda, kronik bağırsak hastalıklarında, kalp
krizinde ve kanserlerde yükselebilir. Özellikle beyaz küre yüksekliği ile
birlikte yüksek bulunması öncelikle infeksiyon durumunu akla getirir.
Beyaz küre ve lenfosit yüksekliği hangi
durumlarda görülür?
Beyaz
küre ve lenfosit yüksekliği daha çok virüslere bağlı oluşan infeksiyonlarda
meydana gelir. Bu nedenle üst solunum yolu infeksiyonu olarak tarif edilen her
türlü nezle ve grip durumunda bu değişiklikler izlenebilir. Bunların dışında
bazı romatimal hastalıklarda, dalağın ameliyatla çıkarılması durumunda, ilaçlar
bağlı ve bazı lösemi tiplerinde yükseklik görülebilir.
Beyaz küre ve trombosit düşüklüğü hangi
durumlarda görülür?
Beyaz
küre ve trombosit düşüklüğünün en sık nedenlerinden bir tanesi üst solunum yolu
infeksiyonu olarak tarif edilen nezle ve grip durumudur. Bunların dışında çoğu
virüslere bağlı infeksiyonlar bu düşüklüğe neden olabilir. Beyaz küre ve
trombosit düşüklüğüne hemoglobin dediğimiz kan miktarının düşüklüğü eşlik
ediyorsa neden daha önemli olabilir. Olası tüm kemik iliği tembellikleri,
lösemiler ve diğer kan hastalıkları açısından araştırılması gerekir.
Beyaz küre ve trombosit yüksekliği hangi
durumlarda görülür?
Beyaz
küre ve trombosit yüksekliğinin en sık nedeni vücutta oluşan bir infeksiyon ve
iltihap durumudur. Özellikle bakteri adını verdiğimiz mikroorganizmalarla
oluşan infeksiyonlar (zatüre, idrar yolu infeksiyonu gibi) hem beyaz küreleri
hem de trombosit dediğimiz pıhtılaşma hücreleri artırabilir. Bunların dışında
kronik lösemilerden kronik myeloid lösemide, lösemi dışı kemik iliğin aşırı
çoğalması ile karakterize myeloproliferatif hastalıklarda, bazı romatizmal
hastalıklarda, hemoliz adını verdiğimiz kan parçalanması ile giden durumlarda,
dalağın ameliyatla alınması durumunda, bazı cerrahi operasyonlar sonrasında,
bazı alerjik hastalıklarda bu durum görülebilir.
Beyaz küre yüksekliği belirtileri
nelerdir?
Yine
belirtmek gerekir ki beyaz küre düşüklüğü bir hastalık değil laboratuvar
bulgusudur. Beyaz küre yüksekliğinde izlenecek yol aynı beyaz küre düşüklüğünde
olduğu gibi beyaz küre yüksekliğine neden olan hastalıkları gözden geçirmektir.
Yazının başında belirttiğimiz gibi infeksiyonlar, infeksiyon dışı iltihap yapan
durumlar, dalağın herhangi bir neden sonucu ameliyatla alınması, lösemiler,
lösemi dışı kemik iliğinin aşırı üretimi ile giden hastalıklar, kalp krizi,
anksiyete ve stres durumları, ilaçlar, hemoliz olarak bilinen kan parçalanması
hastalıkları, hormon bozuklukları, alerjik hastalıklar beyaz küre yüksekliğine
neden olabilir.
Bütün
bu nedenler arasında beyaz küre yüksekliğinin de en sık belirtisi infeksiyon
bulguları olarak sayabileceğimiz ateş, üşüme – titreme, öksürük, boğaz ağrısı,
geni akıntısı, balgam, idrar yaparken yanma, ishal, karın ağrısıdır. sık
infeksiyona yakalanma olarak söylenebilir. Cilt ve yumuşak dokudaki iltihap
belirtileri açısından dikkatli olmak gerekebilir. kilo kaybı, gece terlemesi,
vücut ve kemik ağrıları, eklem ağrıları, beyaz küreler ile birlikte pıhtılaşma
hücrelerinin ve alyuvarların düşmesine neden olan hastalıklarda halsizlik,
yorgunluk, vücutta morarma ve kanama izlenebilir.
Beyaz küre düşüklüğü belirtileri
nelerdir?
Öncelikle
belirtmek gerekir ki beyaz küre düşüklüğü bir hastalık değil laboratuvar
bulgusudur. Beyaz küre düşüklüğünde izlenecek yol beyaz küre düşüklüğüne neden
olan hastalıkları gözden geçirmektir. Daha önce belirttiğimiz gibi nezle, grip
dahil virüslerin yol açtığı hastalıklar, doğuştan kemik iliği yapımının bozuk
olduğu hastalıklar, kemik iliğini işgal eden kanserler, tıp dilinde “otoimmün”
olarak ifade ettiğimiz, vücudun bağışıklık sisteminin bu hücreleri ve kemik
iliğini harap ettiği durumlar, şiddetli ve bakterilerin yol açtığı
infeksiyonlar, ilaçlar, vücutta “infeksiyon dışı iltihap” yapan durumlar, kemik
iliği yetmezlikleri (Aplastik anemi, myelodisplastik sendrom), kemoterapiler,
AIDS hastalığına yol açan HIV virüsü, ileri derecede dalak büyüklüğü, lösemiler,
romatizmal hastalıklar (Lupus, Romatoid artrit gibi), beslenme bozuklukları,
vitamin eksiklikleri, radyasyon tedavisi ve verem (Tüberküloz) beyaz küre
düşüklüğüne neden olur.
Bütün
bu nedenler arasında beyaz küre düşüklüğünün en sık belirtisi sık infeksiyona
yakalanma olarak söylenebilir. Bunun dışında altta yatan nedene bağlı olarak
ateş, kilo kaybı, gece terlemesi, vücut ve kemik ağrıları, eklem ağrıları,
beyaz küreler ile birlikte pıhtılaşma hücrelerinin ve alyuvarların düşmesine
neden olan hastalıklarda halsizlik, yorgunluk, vücutta morarma ve kanama
izlenebilir.
Beyaz küre değeri nasıl yükseltilir? Beyaz
küre düşüklüğü tedavisi nedir? Beyaz küre düşüklüğüne ne iyi gelir?
Beyaz
küre nasıl yükseltilir sorusuna yanıt verebilmek için öncelikle beyaz küre
düşüklüğüne hangi durum veya hastalığın yol açtığını saptamak gerekir. Nezle,
grip dahil virüslerin yol açtığı hastalıklarda hastalık iyileştikten sonra
beyaz küre sayısı kendiliğinden normale gelir. Doğuştan kemik iliği yapımının
bozuk olduğu hastalıklarda kök hücreleri uyarıcı ilaç tedavisi veya kök hücre
nakli tedavi seçenekleri arasında yer alır. Kemik iliğini işgal eden organ
kanserleri veya lösemilerde o hastalığa yönelik kemoterapi, hedef tedaviler,
akılllı ilaçlar veya immünoterapi kullanılabilir. Tıp dilinde “otoimmün” olarak
ifade ettiğimiz, vücudun bağışıklık sisteminin bu hücreleri ve kemik iliğini
harap ettiği ve sayısını azalttığı otoimmün hastalıklarda bağışıklık sistemini
baskılayan ilaçlar kullanılır. Bakterilerin yol açtığı infeksiyonlarda uygun
antibiyotik kullanımı ile infeksiyonun düzeltilmesi değerleri normale getirir.
İlaca bağlı beyaz küre düşüklüğünde bu duruma neden olan ilacın geçici ya da
kalıcı olarak kesilmesi değerlerin normale gelmesini sağlar. Kemik iliği
yetmezliklerinde bağışıklık sistemini baskılayıcı ve kemik iliğini uyaran
ilaçların kullanımı ve kök hücre nakli sayılabilecek tedavi seçenekleridir. Dalak
büyümesine bağlı beyaz kürelerin dalak içinde göllenmesine bağlı düşmesi bazen
dalağın alınması ile düzelebilir. İnternette çok sayıda beyaz küreyi
yükseltecek bitkisel tedaviler yazılı olmakla birlikte bilimsel olarak
kanıtlanmış bir yiyecek, gıda takviyesi veya beslenme yöntemi bulunmamaktadır.
Beyaz küre yüksekliği nasıl düşürülür?
Beyaz küre yüksekliği tedavisi nedir? Beyaz küre yüksekliğine ne iyi gelir?
Aynı
beyaz küre düşüklüğü nasıl yükseltilir sorusunda olduğu gibi, beyaz küre
yüksekkliğinin nasıl düşürüleceği sorusuna yanıt verebilmek için beyaz küre
yüksekliğine hangi durum veya hastalığın yol açtığını saptamak gerekir. Eğer
beyaz küre yüksekliğinin sebebi bir iltihap yani vücuttaki herhangi bir yerde
oluşan infeksiyon (zatüre, idrar yolu infeksiyonu gibi) ise uygun antibiyotik
tedavisi ile düşürülebilir. İlaçlara bağlı bir yükseklik ise çoğunlukla ilacın
kesilmesine bağlı normale gelecektir. Sigaraya bağlı olduğu düşünülürse
sigaranın bırakılmasından yaklaşık 6 ay – 2 sene içinde değerler normale gelir.
Romatizmal bir hastalığa bağlı ise uygun romatizmalar ilaçlar ile romatizma
kontrol altına alınırsa beyaz küreler de normal değerlerine gelir. Eğer beyaz
küre yüksekliğinin nedeni hematolojik bir hastalık veya kanser ise (lösemi,
lenfoma, miyeloma, myeloproliferatif hastalıklar) bu hastalıklara özel
kemoterapi yada akıllı ilaçlarla hastalık kontrol altına alınarak beyaz küreler
normale getirilebilir. Anksiyete ve stres durumuna bağlı beyaz küre
yüksekliğinde mümkün olduğu kadar stresten uzaklaşılmalı ve uygun tedaviler
psikiyatristler tarafından başlanmalıdır. Kalp krizi durumunda kriz tedavi
edilip iyileştikten sonra beyaz küreler belirli bir zaman dilimi içinde normale
döner. İnternette çok sayıda beyaz küreyi düşürecek bitkisel tedaviler yazılı
olmakla birlikte bilimsel olarak kanıtlanmış bir yiyecek, gıda takviyesi veya
beslenme yöntemi bulunmamaktadır.
Beyaz küre iğnesi nedir?
Beyaz
küre iğnesi kemik iliğindeki kök hücrelerin çoğalmasını ve olgunlaşarak kemik
iliğinden kana geçişini artıran bir tedavidir. Tıbbi ismi “Granulosit Koloni
Stimule Edici Faktör” (G-CSF) olarak bilinir. Beyaz küreleri geçici olarak
yükseltmeyi sağlar. Kanser hastalarında kemoterapi sonrası düşen beyaz
kürelerin hızlıca yükseltilmesinde kullanılabileceği gibi, kök hücre verecek
kişilerde kök hücrelerin kemik iliğinden kana geçişini sağlayarak rahatlıkla
kandan kök hücre toplanabilmesi için de kullanılır. Bu nedenle “Kök Hücre
Aşısı” olarak da bilinir.
Beyaz küre – kanser bağlantısı var
mıdır?
Beyaz küre düşüklüğü ve yüksekliği ile kanser oluşumu arasında direkt bir bağlantı veya ilişki bulunmamaktadır. Fakat hematolojik kanserler dediğimiz lösemi, lenfoma ve miyelom hastalığında ve bazı organ kanserlerinde beyaz küre düşüklüğü veye yüksekliği görülebilir.
Beyaz küre değerleri yaşa göre değişir
mi? Yenidoğanda beyaz küre sayısı nasıldır?
Beyaz
küre değerleri yaşa göre değişir. Özellikle hayatın ilk yıllarında normale göre
biraz yükselmekle birlikte 18 yaşından sonra genellikle bir mm3
kanda 4 bin-10 bin arasında seyreder. Doğumdan sonra ilk haftalarda yenidoğan
bebeklerde beyaz küre sayısı ve beyaz küre alt tip hücresi olan lenfosit sayısı
yüksektir. Beş – altı yaşlarında beyaz küre sayısı normale dönerken lenfosit
oranı düşer ve nötrofil dediğimiz hücreler en fazla sayıda olur.
Beyaz küre yüksekliği veya düşüklüğü hamilelikte
farklılık gösterir mi?
Gebelikte
beyaz küre sayısı genelde normal olmakla birlikte herhangi bir infeksiyon
olmadan yüksek de bulunabilir. Genelde bir mm3 kanda 13.000 – 15.000
civarında seyredebilir. Bu durumda mutlaka bu duruma herhangi bir infeksiyonun
eşlik edip etmediği beyaz kürelerdeki bu artışın herhangi bir kan hastalığına
bağlı olup olmadığı incelenmelidir. Doğum sırası ve sonrasında bu artış daha
fazla olabilir. Doğumdan sonraki ilk 2 hafta içinde genellikle normale döner.
Referanslar
1. Martin S. Blumenreich. The White
Blood Cell and Differential Count. Clinical Methods: The History, Physical, and
Laboratory Examinations. 3rd edition.
Kanser hem dünyada hem de ülkemizde sebebi bilinen ölümler sıralamasında kardiyovasküler hastalıklardan sonra ikinci ölüm sebebidir. Erken teşhis edildiğinde tedavisi ve yaşam kalitesinin artırılabildiği kanser türleri göz önüne alındığında korunmanın önemi artmaktadır. Bu kapsamda erken teşhisin önemine vurgu yapmak amacıyla her yıl 1-7 Nisan arasında çeşitli etkinlikler düzenlenmektedir. Bu amaçla bu yazımızda önemli bir hematolojik kanser olan “akut lösemiler” hakkında bilgi vermeye çalıştık.
Akut Lösemi nedir?
Kanda akyuvar adını verdiğimiz hücreleri oluşturan kemik iliğindeki bir grup hücrenin kısa zaman içerisinde anormalleşip aşırı çoğalma özelliği kazandığı ve bu çoğalmanın etkisi ile kemik iliğinde kan yapımının azalmasına neden olan bir kemik iliği kanseri türüdür. “Akut” kelimesi, bu lösemi tiplerinin tedavi edilmezse hızlıca ilerleyebileceği ve muhtemelen birkaç ay içinde ölümcül olabileceği anlamına gelir.
Akut
Lösemi niçin oluşur? Nedenleri nelerdir?
Öncelikli olarak şunu
belirtmeliyiz ki, akut löseminin kesin bilinen bir nedeni yoktur. Akut lösemi
nedenlerini iki ana başlık altında toplamak daha doğru olur. Bunlar:
Genetik nedenler
Çevresel faktörlerin etkisi
Genetik nedenler deyince
genellikle doğuştan kazanılan ve irsî olarak bilinen nedenler kastedilmemektedir.
Bu hastalıklarda ortaya çıkan genetik bozukluklar yaşamın herhangi bir
döneminde sonradan kazanılan bozukluklardır. Kromozomları oluşturan genlerin
birinde ya da birkaçında görülebilir. Bazen kromozomlardaki kırılmalar, kırılan
parçanın başka bir kromozoma yerleşmesi şeklinde de genetik bozukluklar
görülebilir. Bu durum hücrenin hem kanserleşmesine hem de aşırı çoğalma
yeteneğine sahip olmasına neden olarak lösemi gelişimine neden olabilir.
Çevresel faktörlerden en sık görülen nedenler arasında ise radyasyona yüksek dozlarda maruz kalma (genelde bu maruziyetten uzun yıllar sonra ortaya çıkar), sigara veya hücrelerin yapısını bozan bazı kimyasallar sayılabilir. Bunların dışında Down sendromu gibi kalıtsal bazı hastalıklar, kemik iliği tembelliği olarak ifade edebileceğimiz bazı kan hastalıklarının seyrinde lösemi oluşma sıklığının arttığı bilinmektedir. Herhangi bir kanser türü için kemoterapi almış hastalarda ileri ki yıllarda lösemi meydana gelebilir. Virus adını verdiğimiz bazı mikroplar lösemi oluşumunu tetikleyebilir.
Kaç
çeşit akut lösemi vardır?
Akut lösemiler ikiye
ayrılır:
Akut Myeloid Lösemi (AML)
Akut lenfoblastik lösemi (ALL)
AML, “Akut miyelositik
lösemi”, “akut miyelojenöz lösemi”, “akut granülositik lösemi” ve “akut
lenfositik olmayan lösemi” gibi birçok başka isimle de anılır. “Miyeloid”, bu
löseminin kemik iliğinde başladığı hücre tipini ifade eder. AML’nin çoğu vakası
beyaz kan hücrelerine (lenfositler dışında) dönüşecek hücrelerden gelişir,
ancak bazı AML vakaları diğer kan oluşturan hücrelerden de gelişebilir.
ALL, çocuklarda yetişkinlere
göre daha yaygındır. Kemik iliği hücrelerinin kötü huylu bir hastalığıdır. Bu
hastalıkta, henüz tam gelişmemiş “lenfoid hücre” adı verilen hücrelerin aşırı
çoğalması ve iliğin normal hücrelerinin yerini alması söz konusudur.
Hangi
belirtiler görülür?
Akut lösemiler çok hızlı
seyir gösteren lösemi tipleridir. Bu hastalığa yakalanan kişiler de bir hafta
önce hiçbir bulgu yokken veya yapılan kan sayımları tamamen normal iken bir
haftalık süre içerisinde hem kan sayımı düzeyleri bozulabilir hem de ani olarak
bazı belirtiler gözlenebilir. Bu nedenle aşağıda değindiğimiz belirtilere
dikkat edilmelidir.
Bu belirtilerden en sık
görülenler:
Ani
başlayan halsizlik ve yorulma: Kemik iliğini işgal eden
lösemi hücrelerinin kan yapımını bozması ve buna bağlı alyuvar sayısının
azalmasına bağlı ortaya çıkar. Bu kişilerin alyuvar sayısının azalması
hemoglobin dediğimiz organlara oksijen taşıyan bir proteinin de azalmasına
neden olur. Hemoglobin düzeyinin düşmesi başta halsizlik ve yorgunluk olmak
üzere, yol yürürken nefes darlığı, çarpıntı ve uyku haline neden olabilir.
Kanama:
Kemik iliğini işgal eden lösemi hücreleri pıhtılaşma hücresi olarak bilinen
“trombosit” adı verilen hücrelerin yapımının azalmasına neden olarak kanamaya
eğilim oluşturabilirler. Bu nedenle, bu hastalarda özellikle diş eti
kanamaları, vücutta morarmalar, burun kanaması olabilir.
İnfeksiyon/İltihap:
Yine, kemik iliğini işgal eden lösemi hücreleri savaşçı hücreler olarak bilinen
“lökosit” adı verilen hücrelerin üretimini bozar ve sayılarını azaltır. Bu
hücreler vücudun savunma hücreleridir. Üretimlerindeki bozukluk infeksiyon
gelişimine neden olabilir. Mevcut infeksiyonun yerine göre ateş, boğaz ağrısı,
öksürük, burun akıntısı, geniz akıntısı, ciltte yani yumuşak dokuda iltihap
gibi belirtiler izlenebilir.
Akut lösemiler kemik
iliğinde başlar fakat çoğu durumda hızla kana geçer. Bazen lenf bezleri,
karaciğer, dalak, merkezi sinir sistemi (beyin ve omurilik) ve testisler dâhil
vücudun diğer bölgelerine de yayılabilir. Bu durumda hastalığın yayıldığı
organa bağlı da bazı belirtiler ortaya çıkabilir. Unutulmaması gereken nokta
ise aşağıdaki belirtilerin bir ya da bir kaçının kişide görülmesi akut lösemi
tanısı koydurmaz. Bu belirtilere mutlaka kan sayımındaki bozuklukların eşlik
edip etmediğine bakılmalıdır. Bahsedilen
belirtileri şöyle sıralayabiliriz:
Öksürük,
hıçkırık: Hastalığın akciğere yayılması veya göğüs boşluğundaki
lenf bezlerini büyütmesine bağlı ortaya çıkabilir.
Nefes
darlığı: Yine hastalığın akciğere yayılması veya göğüs
boşluğundaki lenf bezlerini büyütmesine bağlı ortaya çıkabileceği gibi kan
değerlerinin düşmesine veya akciğer infeksiyonuna bağlı da görülebilir.
Karaciğer,
dalak veya lenf bezlerinde büyüme: Lösemi hücrelerinin kemik
iliğinden çıkarak kan veya lenf yolu ile bu organları işgal etmesine bağlı
görülebilir.
Baş
ağrısı, baş dönmesi, denge bozukluğu, bel ağrısı, uyku hali: Lösemi hücrelerinin
beyin başta olmak üzere sinir sistemine veya omuriliğe yayılması nedeni ile
görülebilir.
Kemik
ağrıları: Kemik iliğini işgal eden lösemi hücreleri her türlü
kemik ağrısına neden olabilir.
Genital
organlarda şişlik: Özellikle erkek hastalarda testis tutulumu
izlenebilir. Kendini ağrısız şişlik ile gösterebilir.
Karın
ağrısı, kabızlık, bulantı, kusma: Akut lösemiler nadir olarak
“gastro intestinal sistem” olarak ifade edilen mide-bağırsak sistemine
yayılarak bahsedilen belirtileri oluşturabilir.
Akut
lösemiler nasıl teşhis edilir?
Doktorunuz fizik muayene,
tıbbi sorular ve kişinin kanına ve kemik iliği hücrelerine bakan testlere
dayanarak akut lösemi tanısını koyabilir.
Tıbbi
Geçmiş
Doktorunuz tarafından tıbbi
geçmişiniz sorgulanarak sağlık alışkanlıklarınız, geçmiş hastalıklarınız ve
tedavileriniz hakkında bilgi toplanır.
Fizik
Muayene
Doktorunuz tarafından genel
vücut muayeneniz yapılır. Bu muayene ile fiziksel sağlığınız alışılmadık
bulgular veya belirtiler açısından kontrol edilir. Fizik muayene sırasında lenf
bezeleriniz, dalak ve karaciğeriniz büyüme olup olmadığı açısından
incelenecektir.
Tam
Kan Sayımı (CBC)
Bir kan örneği toplanır ve
çeşitli parametreleri ölçmek için incelenir:
• Kırmızı kan hücreleri
(alyuvarlar), beyaz kan hücreleri (akyuvarlar) ve trombositlerin (pıhtılaşma
hücreleri) miktarı
• Alyuvarlara bağlı
hemoglobin miktarı
• Hematokrit adı verilen
kırmızı kan hücrelerinden oluşan numunenin oranı bu tetkik ile saptanır.
Kan ve İdrar Biyokimya
Testleri
Organların ve dokuların kan
dolaşımına saldığı belirli maddelerin seviyelerini ölçmek için yapılan bir kan
örneği analizidir. Bu maddelerin alışılmadık derecede yüksek veya düşük
seviyeleri hastalığın tanısında yardımcı olabilir.
Periferik
Kan Yayması
Doktorunuz, kan örneğinizi
mikroskop altında kontrol ederek kan hücrelerinin şeklindeki değişiklikleri
inceler. Akut lösemi teşhisinde çok önemlidir. Doktorunuz aynı zamanda beyaz
kan hücrelerinin miktarını, türünü ve trombosit sayısını da bu şekilde saptayabilir.
Kemik
İliği Aspirasyon ve Biyopsi İşlemi
Kemik iliği aspirasyon ve
biyopsi işlemi bazı büyük kemiklerinizde bulunan ve süngerimsi bir doku olan
kemik iliğinin toplanması ve incelenmesi için yapılan bir işlemdir. Akut lösemi
tanısını koymak ve takip etmek için kullanılır. Kemik iliği biyopsi ve kemik
iliği aspirasyonu çoğunlukla aynı zamanda yapılır.
Kemik iliği aspirasyon ve
biyopsisi genellikle leğen kemiğinin arka kısmının tepe noktasından alınır. Bu
bölgeye işlemde kullanılacak iğne ile girilerek cilt ve cilt altı dokular
geçilerek önce kemiğe ulaşılır ve ilerletilerek iğne kemik iliği bölgesine
yerleştirilir. Biyopsinizi yapan hematoloji uzmanı veya onkoloji uzmanı iğneye
bir enjektör (şırınga) ekleyerek, kemik iliğine ait sıvı kısımdan örnek alır.
Aspirasyon yalnızca birkaç dakika sürer. Eğer ilik dokusu gelmediği anlaşılırsa
işlem tekrarlanabilir. Hastalığınızın durumundan kaynaklanan nedenlerle bazen
kemik iliği sıvısı enjektöre hiç çekilemeyebilir. Bu durumda sadece biyopsi
alınır. Kemik iliği biyopsisinde, kemiğin içine girilerek kemik iliği
dokusundan örnek alınır. Kemik iliği biyopsisi için daha büyük iğne kullanılır
ve bu iğne ile katı kemik iliği dokusundan örneğin yeterli olabilmesi için en
az 1.5 cm (1.5- 3.5 cm) bir parça alınır. Aspirasyon gibi biyopsi de ancak
birkaç dakika sürer. Her iki örnek daha sonra kemik iliği kanseri hücrelerini
aramak ve sağlıklı kan hücrelerini izlemek için mikroskop altında hematolog ve
patolog tarafından incelenir. Lösemi hücrelerinin kemik iliğinde belli bir
oranın üzerinde olması ile akut lösemi tanısı konabilir.
Genetik
analiz
Kemik iliği örneğiniz
alındıktan sonra yazının başında bahsettiğimiz genetik anormallikleri aramak
için doku hücrelerinin mikroskop altında analizi yapılır.
İmmünhistokimya
Kemik iliği hücrelerinin
yüzeyindeki bulunan bir nevi kimlik belirteci olarak adlandırabileceğimiz antijenlerin
analizidir.
Akış
sitometrisi
Akış sitometri testi hücre
yüzeyi üzerindeki tümör belirteçlerinin boyutu, şekli ve varlığı gibi
hücrelerin diğer özelliklerini ortaya koyar. Bu test için hücreler floresan bir
boyayla işaretlenir ve bir sıvıya yerleştirilir. Hücrelerden bir ışık demeti
geçilerek, ışığın saçılma şekline bakılarak hücrelerin özellikleri tespit
edilebilir. Akut lösemi tanısında olmazsa olmaz bir analizdir.
Bilgisayarlı
Tomografi (BT) taraması
Farklı açılardan belirli
vücut bölgelerinde birkaç X-ışını imgesi oluşturmayı içeren bir testtir. Organ
ve dokuların daha net görülmesini sağlamak için bazen bir ilaçlı su
içirilebilir veya damar yolundan verilebilir. Lenf nodları veya dalağın büyüyüp
büyümediğini anlamak için göğüs, karın ve/veya pelvisin bilgisayarlı tomografi
taraması yapılabilir. Tanı için şart değildir. Kemik iliği dışında herhangi bir
organ tutulumundan şüphelenildiğinde doktorunuz tarafından istenebilir.
Akut
lösemiler nasıl tedavi edilir?
Akut lösemi tedavisi hem
hasta, hem hasta yakınları hem de tedaviyi yapan sağlık ekibi için sabır
gerektirir. Tedavi uzun sürmektedir.
Tedavideki öncelikli hedef
kemik iliğinde tanı esnasında %20’nin üzerinde saptanan lösemi hücresi (blast)
oranını %5’e indirmektir. Bu hedefi sağlamak için aşağıdaki yol izlenir:
Remisyon
İnduksiyon tedavisi: Hastalığı remisyona sokmak yani lösemi
hücrelerini hedef oranın altına düşürmek için yapılan tedavidir. Hem ALL hem de
AML için geçerlidir. Tedavi hem kemoterapiyi hem de ALL için akıllı ilaçları içerebilir.
Kemik iliğindeki lösemi hücrelerinin yok edilip yerine normal hücrelerin
geçmesi herhangi bir ek komplikasyon gelişmezse yaklaşık 1 ay sürer.
Konsolidasyon
tedavisi: Lösemi hücrelerinin oranı %5’in altına düşmüş yani
remisyon elde edilmişse, bu remisyonu devam ettirmek için yapılan tedavidir.
Pekiştirme tedavisi olarak da adlandırılabilir.
Tanı
esnasında bakılan hastanın risk grubuna göre tedavi şekillendirilir. Kabaca
söylemek gerekirse, hastanın risk faktörleri düşük riski gösteriyorsa
konsolidasyon tedavisi tamamlanır. İlgili lösemi tipine göre idame tedaviye
geçilir. Hastanın risk faktörleri yüksek riski gösteriyor ise konsolidasyon
tedavisini fazla uzatmadan hasta kök hücre nakline alınabilir.
İdame
Tedavi: ALL hastalarında hasta düşük risk dediğimiz grupta ise
konsolidasyon tedavisinden sonra yapılan tedavidir. Genelde ağızdan alınan
ilaçlar ile yapılır. Yaklaşık 2 yıl sürer.
Kök
hücre Nakli
Yukarıda belirttiğimiz gibi her
akut lösemi hastasına kök hücre nakli yapılmaz. Kök hücre nakli kararı
hastalığın risk durumuna göre belirlenir. Akut lösemide tercih edilen kök hücre
nakli “Allojenik kök hücre nakli” dediğimiz kardeşten veya akraba dışı bir
vericiden yapılan nakildir. Nakil kararı alınan hastadan ve vericilerinden 3
tüp kan alınarak doku grupları açısından uyumlu olup olmadığına bakılır ve uyum
derecesine göre nakil kararı verilir.
Diffüz büyük B hücreli lenfoma (DBBHL), NHL’nin en yaygın biçimi olup, tüm B hücreli lenfomaların yüzde 22’sini oluşturmaktadır. Erkeklerde biraz daha yaygın olmasına rağmen, DBBHL hem erkeklerde hem de kadınlarda görülür. Her ne kadar DBBHL çocukluk döneminde ortaya çıkabilse de, insidansı genellikle yaşla birlikte artar ve hastaların yaklaşık yarısı 60 yaşın üzerindedir. DBBHL lenf düğümlerinde veya lenfatik sistemin dışında (Gastrointestinal sistem, testisler, tiroid, deri, meme, kemik veya beyin) ortaya çıkabilecek agresif (hızlı gelişen) bir lenfomadır.
Lenfomalar en sık görülen hematolojik kanserler arasında yer almaktadır. Başlıca 2 gruba ayrılmaktadır. Bunlar;
Hodgkin lenfoma
Non – Hodgkin (Hodgkin dışı lenfoma
Lenfomalar, bir tür beyaz kan hücresi (lökosit=akyuvarlar) tipi olan “lenfositler” adı verilen bağışıklık sistemi hücreleri kontrolsüzce büyüyüp çoğaldığında ortaya çıkar. Kanserleşmiş lenfositler, lenf düğümleri, dalak, kemik iliği, kan veya diğer organlar dahil olmak üzere vücudun birçok bölgesine gidebilir ve lenf tümörü adı verilen kitleler oluşturabilir. Vücutta lenfoma gelişebilecek iki ana lenfosit tipi vardır. Bunlar, B lenfositler (B hücreleri) ve T lenfositler (T hücreleri) olarak bilinir. B hücreli lenfomalar, T hücreli lenfomalardan çok daha yaygındır ve tüm Hodgkin dışı lenfomaların yaklaşık olarak yüzde 92’sini oluşturur. Diffüz büyük B hücreli lenfoma (DBBHL), NHL’nin en yaygın biçimi olup, tüm B hücreli lenfomaların yüzde 22’sini oluşturmaktadır. Erkeklerde biraz daha yaygın olmasına rağmen, DBBHL hem erkeklerde hem de kadınlarda görülür. Her ne kadar DBBHL çocukluk döneminde ortaya çıkabilse de, insidansı (yıllık görülme sıklığı) genellikle yaşla birlikte artar ve hastaların yaklaşık yarısı 60 yaşın üzerindedir. DBBHL lenf düğümlerinde veya lenfatik sistemin dışında (Gastrointestinal sistem, testisler, tiroid, deri, meme, kemik veya beyin) ortaya çıkabilecek agresif (hızlı gelişen) bir lenfomadır.
DBBHL Belirtileri
Çoğunlukla, DBBHL’nin ilk belirtisi, boyunda, koltuk altında veya kasıkta büyümüş lenf düğümlerinin neden olduğu ağrısız, hızlı bir şişliktir. Bazı hastalarda lenf nodu hızla büyür ve çevredeki sinirlere bası yaparsa şişlik ağrılı olabilir. Diğer belirtiler arasında gece terlemeleri, ateş ve açıklanamayan kilo kaybı olabilir. Hastalarda yorgunluk, iştah kaybı, nefes darlığı veya ağrı görülebilir. Kaşıntı olabilir.
DBBHL Alt Tipleri
DBBHL’nin birçok alt tipi bulunmaktadır. Hastalığın prognozu yani mevcut tedaviye nasıl yanıt vereceği hastalığın alt tiplerine göre değişir. Örneğin, sadece beyni etkileyen DBBHL, primer santral sinir sistemi lenfoması olarak adlandırılır ve beynin dışındaki bölgeleri etkileyen DBBHL’den farklı bir şekilde tedavi edilir. Diğer bir örnek, sıklıkla genç hastalarda görülen ve göğüs kafesi içindeki boşlukta (mediasten) oluşan lenf düğümlerinin hızla çoğalması ile kendini gösteren primer mediastinal B-hücreli lenfoma adı verilen tiptir.
Çoğu vaka bu kategorilerden birine girmez ve aksi belirtilmedikçe “DBBHL – Başka Türlü Sınıflandırılamayan” (DBBHL-NOS=Not Otherwise Specified) olarak adlandırılır. Bununla birlikte, bu NOS vakaları, gerek gen bozukluklarına göre gerekse kanserli hücrelerin yüzeyinde bulunan protein belirteçlerine göre moleküler alt tiplere ayrılabilirler. Bu alt tipler, kanserli hücrenin bulunduğu bölgeye ve köken aldığı hücre tipine göre “germinal merkez B-hücresi” ve “aktive B-hücresi” DBBHL olarak adlandırılırlar. Bu hasta gruplarının tedaviye verdiği yanıt ve seyir farklı olabilir. Ek olarak, aynı anda birden fazla genetik değişim gösteren lenfomalar, Türkçe “çift vuruş” olarak çevrilebilecek “double-hit lenfoma” adı verilen ve nisbeten daha kötü seyir gösterme olasılığı olan lenfomalardır. Mevcut genetik özelliklere göre hangi tedavilerin verilebileceği konusunda halen klinik çalışmalar devam etmektedir.
Tanı ve Evreleme
DBBHL’nin kesin tanısı için doku biyopsisi gereklidir. Biyopsi, mikroskop altında değerlendirilmek üzere, etkilenen lenf düğümünün bir kısmını veya tamamını çıkarmak için yapılan küçük bir cerrahi işlemdir. İdeal olan lenf düğümünün tamamının çıkartılmasıdır. Bu sayede tanı patologlar tarafından daha kolay bir şekilde konabilmektedir. Biyopsi, lokal veya genel anestezi altında yapılabilir. DBBHL tanısı doğrulandıktan sonra, bir sonraki aşama (evreleme olarak adlandırılır) lenfomanın ne kadar yaygın olduğunu ve vücudun nerelerinde bulunduğunu anlamaktır. DBBHL, vücudun her tarafında bulunan lenf sisteminin bir kanseri olduğundan, tüm vücuda bakmak önemlidir. Bu genellikle tüm vücut bilgisayarlı tomografi (BT) taraması veya pozitron emisyon tomografisi (PET) / BT taraması ile yapılır. Evrelemede ayrıca, kemik iliğinde lenfoma hücreleri olup olmadığını belirlemek için “Kemik İliği Aspirasyon ve Biyopsi” işlemi ve bazen de omurilik sıvısında lenfoma hücrelerinin olup olmadığını belirlemek için “lomber ponksiyon” denilen omurilik sıvısından örnek alma işleminin yapılması gerekebilir. Doktorunuz bu testlerin sonuçlarını lenfomanın evresini değerlendirmek için kullanacaktır. Sınırlı evre hastalık, vücudun sadece bir bölgesini etkileyen lenfomayı temsil ederken, ileri evre hastalık, lenfomanın birçok organa yayıldığını gösterir. Uygun tedavi yöntemini ve tedavi süresini belirlemek için mutlaka evreleme gereklidir. DBBHL hastalarının azımsanmayacak kısmı ileri evre hastalığa sahip olsa da, bu hastalarda dahi tedavi başarısı yine azımsanmayacak oranda yüksektir.
Tedavi seçenekleri
DBBHL sıklıkla semptomlara neden olduğu için, tedavi genellikle tanıdan kısa bir süre sonra başlar. Yeni tanı almış DBBHL hastaları için tedavi seçenekleri arasında kemoterapi, immünoterapi ve radyoterapi bulunmaktadır. Her üç tedavi yöntemi hastalığın evresine, risk faktörlerine göre ayrı ayrı kullanılabileceği gibi birlikte de kullanılabilir. Birlikte kullanıldığı rejimlere “kombinasyon tedavisi” adı verilir.
Kemoterapi: Kanser hücrelerini öldüren veya büyümelerini engelleyen ilaçlara verilen isimdir. Bu gruptaki ilaçlar seçici özellikte değildir. Yani kanser hücresi yanında sağlam hücrelere de etki göstererek zarar verebilirler.
İmmünoterapi: Bağışıklık sistemini uyaran ve/veya hedefleyen tedavi yöntemidir. İmmünoterapi ilaçları seçici özellikte ilaçlardır, kanser hücrelerini tanıyarak etki gösterirler.
Radyoterapi: İyonize radyasyon kullanarak kanser hücrelerini yok etme yöntemidir.
Kök hücre nakli ise genellikle DBBHL tekrarladığında uygulanan bir tedavi yöntemidir. Fakat hastalığınızın risk grubuna göre nadir olsa da ilk sıra tedavide uygulanabilir.
YENİ TANI HASTALARDA TEDAVİ
R-CHOP tedavi rejimi, yeni tanı DBBHL hastalarının ilk sıra tedavisinde kullanılan, 5 (beş) farklı ilaçtan oluşan ve içerdiği ilaçların orijinal adlarının baş harflerinin bir araya getirilmesinden türetilmiş tedavi rejiminin adıdır.
R – rituximab (rituksimab)
C – cyclophosphamide (siklofosfamid)
H – doxorubicin (hydroxydaunomycin)(hidroksidaunomisin)
O – vincristine (Oncovin ®) (vinkristin, onkovin)
P – prednisolone (prednizolon)
R harfi ile gösterilen rituksimab bir kemoterapi ilacı değildir. İmmünoterapi grubunda yer alan ve direk olarak kanserli hücrenin kendisini hedef alan bir monoklonal antikordur. C, D ve O harfi ile gösterilen ilaçlar kemoterapi ilaçlarıdır. P harfi ile gösterilen prednizolon ise halk arasında kortizon olarak bilinen ilaçtır.
R-CHOP kemoterapi rejimi, mevcut tümör yada tümörleri küçülterek yok etmek ve lenfoma semptomlarını azaltmak için verilir. Amaç hastalığı tamamen ortadan kaldırmak yani tam şifa sağlamaktır.
R-CHOP; kemoterapi (CHOP) ve immünoterapi (R) ilaçlarının birlikte kullanıldığı bir kombinasyon tedavisidir. Bu tedavi kapsamında ilaçlardan dördü (R-CHO) serum yoluyla (Rituximab cilt altı da uygulanabilir) damardan uygulanırken bir tanesi (P) ise ağız yoluyla verilir. Damar yolundan veya cilt altı verilen ilaçların tamamını (rituximab, siklofosfamid, doksorubisin, vinkristin) sadece ilk gün uygulanır. Ağız yolu ile verilen prednizolon ilacı ise ilk 5 gün boyunca verilir. Tedavi genelde 21 günde bir tekrarlanır (R-CHOP21), yan etkilerin durumuna göre tedavi aralıkları 28 gün olarak da uzatılabilir. Yine hastalığın evresine ve hastanın yaşına göre 14 günde bir verilen bir protokol de (R-CHOP14) bulunmaktadır. Eğer size uygun ise tedaviniz bu şekilde de uygulanabilir. Bu konuda gerekli bilgi hekiminiz tarafından verilecektir.
R-CHOP tedavisinde kullanılan ilaçlara bağlı bazı yan etkiler görülebilir.
Rituksimab’a bağlı en sık görülen yan etkiler infüzyon (ilacın damardan serumla verilmesi) ilişkili yan etkilerdir. Özellikle, ilk infüzyon sırasında veya infüzyondan sonraki 2 saat içerisinde ateş, üşüme ve titreme gelişebilir. Daha nadir olmak üzere bazı hastalarda; kaşıntı, döküntü, bitkinlik, hasta hissetme, baş ağrısı, nefes almada güçlük, dil veya boğaz şişmesi, burun akıntısı veya kaşınması, kusma, ateş basması, çarpıntı, kalp krizi veya trombosit sayısında düşme görülebilir.
İnfüzyon ilişkili bu yan etkileri önlemek ve azaltmak için rituksimab öncesi bazı ek ilaçlar alacaksınız. Bunun dışında rituksimab aldığınız dönemde ağız içinde, dudaklarda ve ciltte ağrılı ülser benzeri yaralar çıkabilir. Vücutta döküntüler gelişebilir. Hepatit B taşıyıcısı ya da kronik aktif Hepatit B hastasıysanız rituksimab bu hastalığı alevlendirerek karaciğer yetmezliğine neden olabilir. Rituksimab tedavisinin en nadir ama en ciddi yan etkisi ise PML olarak kısaltılan progresif multifokal lökoensefalopatidir. Bu durum rituksimab tedavisinin immün sistemi zayıflatması ile ortaya çıkan bir virusun neden olduğu ciddi bir beyin enfeksiyonudur. PML ölüm veya ağır sakatlıklarla sonuçlanabilir. PML için bilinen bir önleme yöntemi veya tedavi şu an için bulunmamaktadır.
Tedavi protokolü kapsamında uygulanan siklofosfamide bağlı kanlı işeme gözlenebilir, her iki cinste de kısırlığa neden olabilir. Bu nedenle R-CHOP tedavisine bağlı olarak kadının veya erkeğin çocuğunun olmaması riski nedeni ile ileriye yönelik erkekler için sperm (meni) saklamak ve kadınlar için ovum (yumurta) veya embriyo (döllenmiş yumurta) saklamak gerekebilir. Bu nedenle tedavinizin ileri bir tarihe ertelenmesi zorunluluğu doğabilir. Sperm/ovum saklama kararını hastalığınızın durumu, yaşınız ve isteğiniz doğrultusunda hekiminiz ile birlikte değerlendirmeniz önerilir.
Hidroksi-daunomisine bağlı kalp ritminde ve fonksiyonlarında bozulma meydana gelebilir. Vinkristin el ve ayaklarda yanma – uyuşma ile kendini gösteren nöropati dediğimiz bir sinir harabiyeti yapabilir. Prednizolon ise ise kas güçsüzlüğü, gastrointestinal sistem kanaması, gastrit, kan şekeri düzeylerinde yükselme, kilo alma, vücudda sıvı birikimi (ödem), bilinç bulanıklığı ve duygulanım durumu değişikliklerine yol açabilir.
Bunların dışında R-CHOP tedavi protokolünde kullanılan ilaçlara bağlı görülen en önemli yan etkilerden birisi kan hücrelerinin (alyuvar, akyuvar, trombosit) sayısının azalmasıdır. Alyuvar sayısının azalmasına bağlı halsizlik, yorgunluk, akyuvar sayısının azalmasına bağlı ateş ve infeksiyon, pıhtılaşma hücresi olarak bilinen trombositlerin azalmasına bağlı kanama görülebilir. Bunun dışında iştahsızlık, bulantı, kusma, saç dökülmesi, ağızda aft benzeri yaralar, tırnak değişiklikleri, ishal, kabızlık, anksiyete, depresyon protokole bağlı görülebilecek diğer yan etkiler arasında sayılabilir.
Sayılan yan etkiler; R-CHOP tedavisi sırasında karşılaşılma olasılığı görece en yüksek durumlar olmakla birlikte burada açıklanmayan diğer yan etkiler de görülebilir. Tedavi sürecinizin mümkün olduğunca sorunsuz ve en düşük yan etki olasılığı ile tamamlanabilmesi için gereken tüm önlemler alınmış olmasına karşın, tedavinin olumsuz sonuçlarının tamamen bertaraf edilmesi mümkün değildir.
Önerilen Tedavinin/İşlemin Tahmini Süresi
R-CHOP tedavisi hastalığınızın evresi ve diğer risk faktörleri, tedaviye verilen yanıt, ilaçları tolere etme durumu ve olası komplikasyonların yönetimine bağlı olarak genellikle 21 günde bir olmak üzere 6-8 kurs uygulanması planlanır. Ancak 4 kürlük tedavi sonrası başlangıç tanısında yapılan tetkikler görüntüleme yöntemleri (PET) dahil tekrarlanacak, eğer yanıt yoksa yeni bir tedaviye geçilmesi düşünülebilir. Erken evre hastalarda 3 kür tedavi sonrası radyoterapi planlanabilir.
Önerilen Tedavinin/İşlemin Alternatifleri
DBBHL hastalarının birinci basamak tedavisinde kullanılan R-CHOP yaklaşık 20 yıllık bir geçmişe sahiptir. Bu konuda hekimlerin en deneyimli olduğu tedavidir. Yukarıda da yazıldığı gibi 21 günde bir uygulanır. Fakat hastanın yaşı ve hastalığın yaygınlığına göre uygulama süresinin kısaltıldığı R-CHOP14 tedavisi de mevcuttur. R-CHOP14 tedavisinde uygulanan rejimin kan hücreleri üzerindeki etkisini azaltmak ve hücrelerin çabuk toparlanmasını sağlama amacı ile G-CSF (Granulosit-koloni stimule edici faktör) denilen ve cilt altı uygulanan bir büyüme faktörü de tedaviye eklenir. Yine, R-CHOP tedavi rejimine etoposid olarak bilinen bir kemoterapi ilacının eklenmesi ile oluşturulan R-EPOCH isimli 6 ilaçtan oluşan kombinasyon tedavisi de birinci sıra tedavi seçenekleri arasında yer almaktadır. Genelde genç hastalarda ve “primer mediastinal B hücreli” lenfoma alt tipinde daha sık kullanılmaktadır.
Önerilen Tedavi, İyileşme Süreci İle İlgili Olası Problemler ve Kritik Olan Yaşam Tarzı Önerileri
Tedavi süreci içinde, ateşinizin yükselmesi halinde mutlaka hekiminizi bilgilendirmelisiniz. Enfeksiyonu olan kişilerden uzak durmalı, çevrenizdekilere sarılma, öpüşme gibi yakın temas içerikli davranışlardan kaçınmalısınız. Havasız, tozlu, sigara dumanı olan ortamlardan uzak durmalı, odanızı sık sık havalandırmalısınız. Sigara kullanıyorsanız azaltmalı ve bırakmaya çalışmalısınız. Meyve ve sebzeler iyice yıkanmalı, süt pastörize veya iyice kaynatıp içilmelidir. Mümkünse dışarıda, özellikle temizliğinden emin olunmadığı yerlerde yemek yenmemelidir. Gerek ağız gerekse vücut temizliğine özen gösterilmeli, tırnaklar derin kesilmemelidir. R-CHOP tedavisi ile genellikle vücutta pıhtılaşma hücreleri olarak bilinen trombositlerin sayısında azalma gözlenmemektedir. Eğer trombosit sayısı düşecek olursa tıraş olurken jilet kullanılmamalıdır. Hekiminiz tarafından sıvı kısıtlaması önerilmediği sürece bol sıvı almalı, özellikle yaz aylarında aldığınız sıvı miktarını artırmalısınız. Kemik tutulumu olan hastalarda patolojik kemik kırığı riskini azaltmak için uygulanan bazı tedaviler nadiren de olsa çene osteonekrozu olarak adlandırılan çene kemiği yaralarına neden olabilir. Bu nedenle tedavi sürecinizde gerek diş çekimi, gerekse önerilen diğer tedaviler noktasında mutlaka takip eden hekiminizden görüş almalısınız.
TEKRARLAYAN (NÜKS) HASTALIKTA TEDAVİ
Hastalığı tekrarlayan hastalarda “Kurtarma tedavisi” adı verilen genelde hastanede yatırılarak yapılan R-CHOP tedavisine göre daha yoğun olan tedavi rejimleri kullanılır. Bu tedaviler 2-4 kür uygulandıktan ve yanıt alındıktan sonra otolog kök hücre nakli denilen tedavinin yapılması altın standart kabul edilmektedir. Nakil öncesi seçilebilecek birkaç tane kurtarma rejimi bulunmaktadır ve aynı R-CHOP rejiminde olduğu gibi kullanılan ilaçların baş harfleri ile tanımlanmaktadır (R-ICE, R-DHAP, GVP, R-MINE vb.). Bu tedavi rejimleri ile yanıt oranları yaklaşık olarak birbirine benzerdir.
İnceleme Altındaki Tedaviler
Halen gerek yeni tanı gerekse nüks ya da ilk tedaviye dirençli DBBHL hastalarının tedavisi için birçok tedavi rejimi konusunda klinik çalışmalar devam etmektedir. Bu tedaviler arasında avelumab (Bavencio), MOR208, polatuzumab vedotin, ublituximab, umbralisib ve utomilumab ilk akla gelen ilaçlar olarak sayılabilir. Bu ilaçların çoğu hedef tedavi olarak bilinen direkt olarak kanser hücrelerini hedefleyen ilaçlardır. Kitapçığın başında açıkladığımız moleküler alt tiplerden germinal merkez B hücresi tipindeki DBBHL hastaları kemoterapi tedavisine ABC alt tipine sahip olanlardan daha iyi yanıt verebildiklerinden, araştırmacılar özellikle ABC DBBHL’li hastalar için sonuçları iyileştiren yeni tedavileri araştırmaktadır. Yine daha önce açıkladığımız double hit lenfomalarda da bu hedef tedavi rejimleri konusunda çalışmalar devam etmektedir. Burada önemli olan nokta, yeni tedaviler keşfedildiğinde veya mevcut tedaviler geliştirildikçe tedavi seçeneklerinin değişebileceği unutulmamalı ve hastayı takip eden hekimle sürekli diyalog halinde olunmalıdır.
Tedavi sonrası izlem
Tedavisi başarı ile tamlanan lenfoma hastalarında tekrarlama riski bulunduğu için mutlaka takiplerinin devam etmesi gerekir. Önerilen takip şekli özellikle ilk 2 sene için 3 ayda bir, 2-5 sene arasında 6 ayda bir, 5 seneden sonra senede 1 kez olacak şekildedir. Takipler muayene, kan tetkikleri ve görüntüleme yöntemleri ile yapılır. Özellikle görüntüleme yöntemlerinden hangisinin hangi aralıklarla yapılacağı konusunda sizi takip eden hekiminizle görüş alışverişi yapmanız uygun olacaktır.
Lenfoma, lenf sisteminin hücrelerinde başlayan kanserdir. Lenf sistemi, vücudun infeksiyon ve hastalıklarla savaşmasına yardımcı olan bağışıklık sisteminin bir parçasıdır. Lenf dokusu tüm vücutta bulunduğundan lenfoma hemen hemen her yerde başlayabilir.
Kök hücre verici havuzuna kaydedilen kişinin doku grubu ile uyumlu bir hasta bulunduğunda, kaydedilen kişi ile iletişime geçilir. Gönüllülük durumu devam ediyorsa kök hücreler toplanır. Kök hücrelerin nasıl toplanıldığı konusunda farkındalığı olmayan kişilerde bağışçı olmaktan vazgeçme durumu en sık bu dönemde gözükür. Bu nedenle aşağıda yazdıklarımızı dikkatle okumanızı tavsiye ediyoruz.
Aplastik anemi, kemik iliği yeterince yeni kan hücresi üretmeyi bıraktığında ortaya çıkan kemik iliğinin bir hastalığıdır. Kemik iliği, kemiklerin içinde sünger benzeri bir doku olup kırmızı kan hücrelerine (alyuvar=eritrosit), beyaz kan hücrelerine (akyuvar=lökosit) ve trombositlere (pıhtılaşma hücreleri) dönüşen kök hücreleri oluşturur. Aplastik anemisi olan kişilerde kemik iliği kök hücreleri hasar görür. Kemiğin yaptığı kan hücreleri normaldir, ancak bunlar yeterli miktarda değildir.
“Myelodisplastik Sendrom” kısa adı ile “MDS” halk arasında “kemik iliği tembelliği” olarak ifade edilen tıp literatüründe “kemik iliği yetmezliği hastalıkları” olarak bilinen hastalık grubu içerisinde yer alır. MDS’de sorun kemik iliği hücrelerindedir. Bu hücrelerin yapısı bozuktur ve düzgün çalışmazlar. Hastalığın en önemli yönü ise “akut lösemi” olarak bildiğimiz hızlı başlangıçlı ve hızlı seyirli lösemilere dönüşebilme özelliğinin olmasıdır.